Andrey Voznesenski Selam Oza Şiiri

Andrey Voznesenski Şiirleri Nelerdir, Selam Oza Şiiri Kime Aittir, Andrey Voznesenski Selam Oza Sözleri, Selam Oza Şiirini Kim Yazdı, Selam Oza, evde, geceleyin, Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,, Havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını, Senin soluğundur duyduğum ses, Selam Oza!

Furkan Ben Editör
28 Aralık 2022
Kategori: Şiir
Andrey Voznesenski Selam Oza Şiiri
Andrey Voznesenski Selam Oza Şiiri

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
Havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam oza!

ey – insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam oza!

yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

selam oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.

selam oza!


1-) Ferman Karaçam Acı Şiiri

Seni de vururlar bir gün ey acı
Uçuşup durduğun kanatlarından
Sazın, sözün, türkülerin tükenir
Ellerin koynunda kalakalırsın

şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
Gül açan yüzlerimizde
Göğeriyor rengin senin de

biz seni
Tâ eskiden tanırız
Hani göğüslerimize taş olur inerdin
Avuçlarımızda hira dağıydın
Al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
Akdeniz rüzgarlarına karışan sendin

biliyorum
Hiçbir tarih yazmayacak ve bir
Sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
Göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize
Mitralyözlerin washingtondan ayarlandığını

seni de yakarlar bir gün ey acı
Bir taptuk kul gözlerinden vurursa
Parmakların eğri ağaç tutmaz
Çığlıkların çağlar aşar duymazsın

ve ben biliyorum
Örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı

ve ibrahim in baltasını
Biliyorum

nereden başladı bu kesik dans
Ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
İnsanlar kim?

kim kimin yanında
Kim kimin karşısında

meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim

üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
Çantasında kimin fotoğrafını taşıyor

kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
Neden gülüyorlar ki

seni de vururlar bir gün ey acı
Filistin de sapan taşlı çocuklar
Dalın, kolun, fidelerin budanır
Kuru bir kütükle kalakalırsın

öyle bakmayın balkonlarınızdan
Fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
Damarlarımızı yırtıyor
Tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
Pompalıyor yüreğimize

pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
Çeçenya da yiğitler
İnancın emeğin / ve aşk ın
Kılcal damarlarına ulanıp sustular...

ve ne bağdat tan
Ne şam dan
Ne mekke den
Ne diyarıbekir den
Ne istanbul dan
Ne buhara dan
Bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
Duymuyor

seni de vururlar bir gün ey acı
Halepçe de soldurulmuş gül gibi
Bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
Suskun, sıcak, uzun yaz geceleri

ve siz
Ey analar,
Hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
Söylerdiniz

hani siz, fatihler doğururdunuz...

gelin kızların giysileri kirletildi
Çocuklar hep yetim kaldı

elem yecidke yetimen feava

ve ben biliyorum
Ben biliyorum
İstanbul un
Bağdat ın
Diyarıbekir in
Mekke nin
Buhara nın
Birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü; sonra
Ey insan
Ey insanlık
Ayağa kalk

kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
Boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
Gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
Çocukları

gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
Ve bir gün
Bu dünya
Gül bahçesine dönecek

bunu böyle bilin; ve
Unutmayın..


2-) Yılmaz Erdoğan Acı Şiiri

Yaşamak uğruna
Ölmek bu olsa gerek
Sevmek uğruna
Acı çekmek bu olsa gerek
Hayat uğruna
Savaşmak bu olsa gerek
Peki ya senin uğruna
Üzülmek niye?


3-) Halil Cibran Acı Şiiri

Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi.
Ve o cevap verdi:

"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasıl bir meyvenin çekirdeği,
Kalbi güneş i görebilsin diye
Kabuğunu kırmak zorundaysa,
Siz de acıyı bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi,
Yaşamınızın günlük mucizelerini
Hayranlıkla izlemek üzere açarsanız,
Acınızın, neşenizden hiç de
Daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın üstünden
Mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi,
Aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de
Onaylayacaksınız.

Ve kederinizin kışını da,
Pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafınızdan seçilmiştir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun,
Hasta yanınızı iyileştirmek için
Sunduğu "acı" ilaçtır.

Doktorunuza güvenin
Ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve haşin de gelse,
Onun elleri,
"Görülmeyen"in şefkatli elleri
Tarafından yönlendirilir.

Ve size ilacı sunduğu kadeh
Dudaklarınızı yaksa da,
O nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış
Kilden yapılmıştır."


4-) Paul Eluard Asıl Adalet Şiiri

İnsanlarda tek sıcak kanun,
Üzümden şarap yapmaları,
Kömürden ateş yapmaları,
Öpücüklerden insan yapmalarıdır.

İnsanlarda tek zorlu kanun,
Savaşlara, yoksulluğa karşı
Kendilerini ayakta tutmaları,
Ölüme karşı yaşamalarıdır.

İnsanlarda tek güzel kanun,
Suyu ışık yapmaları,
Düşü gerçek yapmaları,
Düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep var olan kanunlardır bunlar,
Bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
Yayılır, genişler, uzar gider
Tâ akla kadar.

Çeviren: A. Kadir


5-) Küçük İskender H. Adalet Şiiri

Bir erkek kardeşim olsa ölür bu bir mısır
sanatıdır diyerek elindeki ömür mecmualarını
şerbete batırırsa çekirdekli yaz mevsiminde
şüpheli;
Aşklar yaşayarak kalbi karıncalanan o kızıl
derili çocuğun toz dudağıyla zalim bir
meşgale edinircesine ellerini kavminin
büyüsünde seyrelttiği;
Kalacak ad: seçilmemiş ruhun orospuluğu, söylenirse,
biri kendi gözlerini ele verir. bir cildin
leoparları örgütlemesi
gibi kararsız başlarsa sanrı, sesinde
herkesi yenecek bir boğa görülür;
Ellerini açıklayarak geçirdi hayatını bir saniye
müsayedeyle her yerinden ayağa kalkmış
tebessümün boşluğunda diz çöküvermiş
pencere kenarlarıyla yalnızca az pişmiş
ölüleri ellerinden tutup cennetten
cehenneme karşıya geçiren;
Neden tozlanmaz birlikte terkedilmiş evlerdeki
pikaplar ve neden, kırıldığında bir 45 lik
plak, çığlık çığlığa kurumuş bir nehre iner
yüzlerce martı ve leylek;
Lacivertler ve bu ben!


6-) Paul Eluard Özgürlük Şiiri

Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını

Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş kan kağıt veya kül
Yazarım adını;

Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını

Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını

En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını

Gök kırpıntılarına
Güneş küfü havuza
Ay dirisi göllere
Yazarım adını

Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölge değirmenine
Yazarım adını

Fecrin her soluğuna
Denize vapurlara
Azgın dağın üstüne
Yazarım adını

Bulutun yosununa
Kasırganın terine
Tatsız kaba yağmura
Yazarım adını

Parlayan şekillere
Renklerin çanlarına
Fizik gerçek üstüne
Yazarım adını

Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hıncahınç meydanlara
Yazarım adını

Yanan lamba üstüne
Sönen lamba üstüne
Birleşmiş evlerime
Yazarım adını

İki parça meyvaya
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını

Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını

Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını

Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükütun ötesine
Yazarım adını

Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını

Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını

Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını

Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya

Özgürlük

Paul Eluard

M. C. Anday - O. V. Kanık

 
7-) Nurettin Durman Şehir Efsaneleri Şiiri
 

Yağmurda yürümek yüzünden oldu bütün bunlar
Islanmış kirpiklerinden başlayan gözlerindeki ışıltı
Hayatı anlamlı kılan halinden memnun bir işaretle
Şehre bir münadi geldiğinde açardı kendini ancak.

İçi kıpır kıpır olunca insan seviyor yağmuru elbet
Seviyor sevdiğiyle yürümüşse yağmurda eğer
Yalnız sokaklar alıp götürür kaygısız bir cesaretle
Sokak lambalarının cılız ışığı altında yürüyen
Ne ki kalbinin atışlarını raptedecek ne varsa
Sermest bir bakışla buluşturan hesapsız geceden.

Şehir dedim, havasını soluduğum, suyunu içtiğim
Sokaklarını arşınladığım hasretini çektiğim ey
Sevgiliyi bir çarpıntı olarak içime çökerten kaderim
Burada bir yağmurdan söz etmek az gelecek elbet
Elbet kızıl bir şafaktan çıkaracak başını güneş
Doğacak oradan başağın anası olan tohum.

Yüzünde bir masumiyet halkasının zikri varken
Göründüğünde zevalin olduğuydu vaktin adıydı
Adına kurban olunandı, kerbelaydı, acıydı, yalnızdı
Rabbinden alandı gücünü; gücünü bağışlayandı
Yıkılaydı saraylar, yıkılaydı gönüldeki korkular
Kanardı toprağın kanı; kanardı gönüldeki yaralar
Hüzün çökerdi yüzlerine hemen ağlaşırdı kadınlar
Kadınlar ki evet onlar bir çağı tutarlardı göğüslerinde
İnanan kadınlardı aşkı masumiyet cilvesinden çıkarıp
Apaçık sunarlardı semaya, yeryüzüne, alemin alnacına
Ki korku bile tutamaz olurdu erkekleri yere düşerken.

Bunu ızdırap veren bir edayla söylüyorum; üzgünüm
Başımda kavak yelleri estiğinde farkında olmadan
Şiir gibi bir kapıdan girerken hayli çetin bir işin
Üstesinden nasıl gelebilirim diye düşünmemiştim
Üzgünüm; isteyerek olmadı hırçın olduğum günler
Üzgünüm; aşkın kapısında beklemekten yoruldum.

Su bile vermediler ihanetlerini haykırdılar adeta
Toprağa düşen kan mübarek bir hayatın içinden
Öyle yazık oldu ki yazıldı bir defa gönül defterine
Artık kıyamete varır gene de dinmez bu gözyaşı
Bunu şehire dedim. Beni sakladığında gözlerinden
Gözyaşı olarak aktım da kimseler farkına varmadı
Şehirlerin anası bildi yalnızca çaresizliğimi
Yalnızca sığındığım yalnızlıkta kaldı hasretim.

Bunu aşkın yangınında gördüm ateşi gördüm
Dönüşü olamazdı artık çıkılmıştı yola bir defa
Burada aşk masum bir yakarıştan doğmuştur
Hüznün sadağında bekleyen öyle bir sabırdır ki
Arşı âlâya yükselmiştir lahuti inleyişleriyle
Ağlayan kimdir gönlü viran olan kim?

Kendini fenaya buladı da yok oldu sanki deryada
Cismi varken meydanda kendi bildi kendini
Erdi makamına ancak öyle buldu kendini
Ki anılsın kıyamete kadar ismi dünyada.

2 ekim 2006 – 23:14